blog insanda sistemler açıldı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
blog insanda sistemler açıldı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

7 Mayıs 2011 Cumartesi

DOLAŞIM SİSTEMİ VE RAHATSIZLIKLARI


Kalp Damar
Kalp
Damar
Aort
Damar sertliği
Hipertansiyon, Yüksek tansiyon
Hipotansiyon, Düşük tansiyon
Kalp krizi
Kalp yetmezliği
Taşikardi
Çarpıntı


Damar
damar sertliği
Vücuttaki kan damarlarının bir kısmının veya tamamının sertleşmesi sonucu, esnekliklerini keybetmesine; halk arasında damar kireçlenmesi tıp dilinde ise Arterio Skleroz veya Atheremo denir. Nedeni, kan damarlarının iç kısımlardaki hücrelerin esnekliğini kaybedip, zayıflaması veya kandaki yağlı maddelerin birikinti yaparak, damarı darlaştırmasıdır. Belirtileri baş dönmesi, baş ağrısı, titreme, yürürken sendeleme, düşünme ve öğrenme gücünde zayıflama, sinirlilik veya damarın sertleştiği bölgelerde ağrılar görülür. İlk belirtiler görüldüğünde önlem alınacak olursa, korkulacak bir şey yoktur. Hastanın neşe ve cesaretini kaybetmemesi ve doktorun tavsiyelerini yerine getirmesi iyileşmede atılacak ilk önemli adımdır. damar sertliği teşhisi konan kimse, perhiz yapmalı, alkol ve sigara gibi keyif verici maddeleri bırakmalı, yumurta, tereyağı ve benzeri yiyecekleri terk etmeli, tuzu da azaltmalıdır. Ayak damarlarında meydana gelebilecek herhangi bir hastalığı önlemek için de dar ayakkabı giymekten kaçınmalıdır.


Kalp
kalp ağrısı kalp üzerinde hissedilen ağrıya tıp dilinde prekardiyal ağrı denir. kalp ağrısı nefes darlığı ve şok ile görülürse; enfarktüs krizinden şüphe edilir. Bu gibi durumlarda hastayı fazla hareket ettirmemek, istirahat etmesini sağlamak ve doktora başvurmak gerekir. Kalbin ön kısmında devamlı olarak ağrı varsa; nedeni psikolojik olabilir.


kalp hastalıkları
Düzensiz bir hayat, yorgunluk, sinir bozuluğu, şiddetli romatizma veya doğuştan meydana gelen kalp hastalıklarında; daha geniş bir ifadeyle bütün kalp hastalıklarında aşağıdaki maddelere dikkat etmek gerekir. Sinirlenmeyin. Sigarayı bırakın. Şişmanlamamaya ve kilonuzu muhafaza etmeye çalışın. Fazla yorucu işler yapmayın. Uyku ve dinlenmenizi ihmal etmeyin. Koşmayın, acele etmeyin. Her gün bir öncekinden daha iyi olduğunuza inanın. Kabız olmamaya dikkat edin. Çürük dişleriniz varsa, tedavi ettirin. Fazla miktarda yağlı sığır veya koyun eti, sütlü şeyler yemeyin. Konserve, pastırma, salam, peynir, turşu, balık ve çikolata gibi şeyleri mümkün olduğunca azaltın. Yemeklere tuz koymayın. Yemeklerinizi mısırözü, ayçiçeği veya haşhaşyağı ile hazırlayın. Bol bol taze sebze ve meyve yiyin. Bol bol yoğurt yiyin.

kalp romatizması Romatizma, iyi tedavi edilmeyecek olursa; kalbin içindeki kapakçıklara yerleşir. Bu kapakçıklardan; en fazla mitral kapakçık etkilenir ve daralıp, sertleşir, büzülür. Daha çok kadınlarda görülen kalp romatizması sonucu ortaya çıkan hastalığa mitral darlığı veya mitral stenoz denir. Hastada nefes darlığı, kuru öksürük, sık sık soğuk alma, morarma, el ve ayaklarda üşüme ve yorgunluk görülür. Tedavinin ilk şartı üzülmemek, her gün bir öncekki günden daha iyi olduğuna inanmak ve doktorun tavsiyelerine uymaktır.


kalp yetmezliği
Kalbin sağ, sol veya her iki karıncığının; içindeki kanı, her vuruşunda muntazaman boşaltamaması şeklinde ortaya çıkar. Üç şekilde görülür. Sol kalp Yetmezliği : Hastada nefes darlığı ve kuru öksürük vardır. Geceleri daha zor nefes alır. Çarpıntı, baygınlık ve terleme görülebilir. Buna kalp astımı adı verilir. Nedeni; aort veya mitral kapaklarının hastalanması veya koroner rahatsızlığıdır. Sağ kalp Yetmezliği : Hastanın ayak ve ayak bilekleri şişer. Buralara, parmakla bastırılınca bir süre çukur kalır. El, ayak ve yüzde morarmalar; hazımsızlık ve iştahsızlık görülür. Nedeni, mitral kapağı hastalığı, müzmin bronşit veya doğuştan olan kalp hastalığıdır. Kaonjestij kalp Hastalığı : Sağ ve sol kalp yetersizliği bir arada olduğu zaman görülür. Nedeni aort veya mitral kapaklarının hastalanması, müzmin bronşit veya akciğer hastalıkları, romatizma ve tiroid hastalıklarıdır. Aşağıdaki tavsiyelere uymak gerekir: Sigara içmeyin. Yemeklere fazla tuz koymayın. Uykularınızı ihmal etmeyin. İstirahat edin ama devamlı olarak yatmayın. Sinirlenmeyin, üzülmeyin, her şeyi kendinize dert etmeyin.

normal kalp atışları 0 - 1 yaşları arasında; dakikada 120-140 1 - 3 yaşları arasında; dakikada 90-120 3 - 7 yaşları arasında; dakikada 90- 100 7 - 20 yaşları arasında; dakikada 80 - 90 20 yaşından sonra; dakikada 60-80 arasında değişir. Her yaş grubunda; normal atışın 1 fazlası; kalbin hızlı attığını gösterir. Kalbin atışları, göğüsten, köGoogle Page Rankingücük kemiği üzerindeki nabızdan veya el bileğinin dış kısmında, kemikle kiriş arasındaki yerden sayılabilir. Taşikardi; her zaman kalp hastalığının belirtisi değildir. Çünkü koşmak, sindirilmesi güç şeyler yemek, heyecanlanmak, sigara, içki, çay, kahve içmek, zehirlenmek, bazı ilaçlar ve kadınların aybaşı halleri taşikardiye neden olabilir. Bu çeşit taşikardi, nedenin ortadan kalkmasıyla geçer. Ancak kalp hastalıkları, böbrek hastalıkları, ateşli hastalıklar ve zehirlenmeler de taşikardi yapar. Bu nedenle, doktora başvurmak gerekir.

aorta
kalpten çıkan, vücudun en büyük damarı, kalpten çıktıktan sonraki kavisli bölümüne arcus aorta, göğüs kafesi içersinde seyreden kısmına torasik aorta ve karın içersinde seyreden bölümüne de abdominal aorta denir.

Dolaşım sistemi

Yetişkin bir insanın dolaşım sistemi, mavi damarlar toplardamarları, kırmızılar ise atardamarları gösteriyor.
Bir dolaşım sistemi (veya kardiyovasküler sistem) maddelerin vücuttaki dolaşımını sağlayan organ sistemidir. Ayrıca, vücut sıcaklığını ve pH'yi dengelemeye yardımcı olur. İki tip dolaşım sistemi vardır: açık dolaşım sistemleri ve kapalı dolaşım sistemleri. Hiç dolaşım sistemine sahip olmayan canlılar da mevcuttur.

Konu başlıkları

• 1 Dolaşım sisteminin olmaması
• 2 Açık dolaşım sistemi
• 3 Kapalı dolaşım sistemi
• 4 Hastalıkları ve sağlığı
• 5 Dolaşım sisteminin keşfi, tarihçe
• 6 Göz At
• 7 Dış bağlantılar
• 8 Kaynakça ve notlar



Dolaşım sisteminin olmaması
Dolaşım sistemine sahip olmayan canlılara örnek olarak yassı solucan (Platyhelminthes filumu) verilebilir. Bu canlının vücut boşluğunda herhangi bir kaplayıcı tabaka veya sıvı bulunmamaktadır. Sindirim sistemine açılan bir ağıza sahiptirler. Sindirim sistemi birçok dala ayrılır ve solucan yassı olduğu için sindirilmiş maddeler yassı solucanın tüm hücrelerine difüzyon ile geçebilir. Oksijen sudan yassı solucanın hücrelerine difüze olabilir. Böylece her hücre gerekli besin, su ve oksijene, bir dolaşım sistemi olmaksızın, kavuşur.

Açık dolaşım sistemi
Bu tip dolaşım sistemi yumuşakçalar ve artropodlar gibi omurgasızların büyük bir kısmında görülür. Bu canlılarda hemosöl olarak adlandırılan vücut boşluklarında dolaşım sıvısı organları doğrudan sarar (yıkar) ve kan (dolaşım sıvısı) ile interstisyel sıvı (doku sıvısı) arasında ayrışma yoktur. Bu birleşik sıvıya hemolenf denir. Hayvan hareket ederken oluşan kas hareketleri hemolenf hareketini sağlar fakat sıvı akışının bir bölümden diğerine olacak şekilde yönlendirilmesi kısıtlıdır. Kalp gevşediğinde kan açık gözenekler (por) aracılığıyla kalbe döner.
Hemolenf vücudun içini (hemosöl) tamamen kapsar ve tüm hücreleri sarar. Hemolenf su, inorganik tuzlar ve organik bileşiklerden oluşur. Birincil oksijen taşıyıcı molekül ise hemosiyanindir.
Ayrıca, hemosit olarak adlandırılan hücreler vardır ki bunlar hemolenfte bağımsız bir şekilde gezer ve antropod bağışıklık sisteminde rol alırlar.

Kapalı dolaşım sistemi

Dolaşım sisteminin ana bileşenleri kalp, kan ve kan damarlarıdır.
Tüm omurgalıların ve halkalı solucanlar (Annelida filumu) ile kafadanbacaklıların (Cephalopoda sınıfı) dolaşım sistemleri kapalıdır; yani kan, kan damarlarından oluşan sistemden çıkmaz - bu damarlar sisteminin içinde dolaşır. Kan damarları arter (atardamar), kılcal damar (kapiler) ve venlerden (toplardamar) oluşur. Arterler oksijenlenmiş kanı dokulara taşırken, venler oksijenlenmemiş kanı geri kalbe taşır. Kan arterlerden venlere kılcal damarlar yoluyla geçer ki kılcal damarlar en ince ve en çok sayıdaki kan damarlarıdır.

Kapalı dolaşım sistemlerinde, açık dolaşım sistemlerine oranla, kanın dağıtımı üzerinde daha fazla kontrol vardır ve kan çok daha yüksek bir basınca sahip olabilir. Kan damarları genişleyerek (vazodilasyon) veya daralarak (vazokonstriksiyon) kanın gerekli bölgelere yönlendirilmesini sağlayabilir. Örneğin, yoğun egzersiz sırasında kan bağırsaklardan, o anda yoğun bir şekilde besin ve oksijene ihtiyaç duyan iskelet kaslarına yönlendirilebilir.

Memelilerin dolaşım sistemlerinde kan bir tam dolaşımda kalpten iki kez geçer. Pulmoner dolaşım yani küçük dolaşım, kanı kalp ile akciğer arasında taşır; sistemik dolaşım yani büyük dolaşım da kanı kalp ile vücudun diğer bölümleri arasında taşır.

Balıkların dolaşım sistemlerinde ise kan bir tam dolaşımda kalpten bir kez geçer. Kan kalpten solungaçlara pompalanır ve sonra doğrudan vücudun kalanına akar. Kan solungaçları terk ettikten sonra basıncı büyük oranda düşer; bu nedenle, memelerin dolaşım sistemine oranla, hayatî organlara kan akışı hem daha yavaş hem de daha az basınçlıdır. Bu tip bir dolaşım sistemi memelilere uygun değildir, zira bu kadar düşük basınçta böbrekler etkili biçimde çalışamaz.

Hastalıkları ve sağlığı
Bu konuda detaylı bilgi için Kardiyovasküler hastalıklar sayfasına bakınız.

Dolaşım sisteminin keşfi, tarihçe

M.Ö. 4. yüzyılda, kalbin kapakçıkları Hippokrat okuluna bağlı bir hekim tarafından keşfedilmiştir. Fakat, kapakçıkların görevi o dönemlerde anlaşılamamıştır. Ölümden sonra, kan venlerde (toplardamar) toplandığından, arterler (atardamar) boş görünür. Bu nedenle antik anatomistler bu damarların hava ile dolu olduğunu düşünmüş ve bu damarların hava dağıtma görevine sahip olduğu kanısına varmışlardı.
Herofilus venler ile arterleri ayırsa da, nabzın doğrudan arterlerin bir özelliği olduğu düşünmüştür. Ersistratus yaşam sırasında kesildiklerinde arterlerin kanadığını gözlemlemiştir. Buradan da arterlerden kaçan (çıkan) havanın yerini kanın, venler ile arterler arasındaki küçük damarlar aracılığıyla, doldurduğunu düşünmüştür. Böylece kan akışını ters olarak düşünse de, ilk kez kılcal damar fikrini ortaya atmıştır.
M.S. 2. yüzyılda Yunan hekim Galen kan damarlarının kan taşıdığını bilmekteydi ve venöz (koyu kırmızı) ve arteriyel (açık kırmızı ve daha duru) kanı tanımlamış, görevlerinin farklı ve ayrı olduğunu belirtmişti. Büyüme ve enerji, karaciğerde kilüsten oluştuğuna inandığı venöz kanın özellikleriyken, arteriyel kan kalpten gelmekteydi ve hava içerdiği için canlılık vermekteydi. Kan oluştuğu (yaratıldığı/üretildiği) yerlerden vücudun tüm bölümlerine akar ve buralarda tüketilirdi. Kalbe veya karaciğere giden kanın geri dönüşü yoktu. Kalp kanı pompalamadığı gibi, kalbin hareketi diyastol sırasında kanı emmekteydi ve kan arterlerin (kendi) nabızları sayesinde hareket etmekteydi. Ayrıca, Galen arteriyel kanın, venöz kanın sol karıncıktan sağa 'gözenekler' yardımıyla geçmesi ve havanın da akciğerlerden pulmoner arter yoluyla kalbin sol tarafına geçmesi sonucu oluştuğunu düşünmekteydi. Arteriyel kan oluştuğu sırada 'isli' (duman rengi) buharların oluştuğunu ve bunların yine pulmoner arter yardımıyla, dışarı verilmesi için, akciğerlere geçtiğini de düşünmüştür.

İbn Nefis, 1242'de, insan vücudundaki kan dolaşımını doğru biçimde tanımlayan ilk kişidir. Anatomik bilgisi doğrultusunda el-Nefis pulmoner dolaşım konusunda şöyle bir çıkarım da bulunmuştur:

"... kanın kalbin sağ odasından sol odasına varması gerekmektedir, fakat bu ikisi arasında doğrudan bir geçiş (yolu) bulunmamaktadır. Kalbin kalın septumu delikli olmadığı gibi, bazılarının düşündüğü gibi görünür gözenekler veya Galen'in düşündüğü gibi görünmeyen gözenekler içermez. Kan kalbin sağ odasından vena arteriosa (pulmoner arter) aracılığıyla akciğerlere akar, maddelerine dağılır, hava ile karışır ve arteria venosadan (pulmoner ven) geçerek, kalbin sol odasına ulaşır..."
Bunun dışında kalbin ihtiyaç duyduğu oksijen ve besinleri koroner arterler yoluyla aldığı yönünde bir önerme de ortaya atmıştır.
1552'de ise Michael Servetus aynı tanımı yaptı ve Realdo Colombo da bunu kanıtladı. Yine de tüm bu sonuçlar genel olarak yaygın biçimde kabul edilmemişti.

Sonunda, Hieronymus Fabricius'un öğrencilerinden biri olan William Haryvey bazı deneylerden sonra 1628'de insan dolaşım sistemini keşfettiğini duyurdu ve bu konuda etkili bir kitap (Exercitatio Anatomica de Motu Cordis et Sanguinis in Animalibus) yayımladı. Bu çalışma zamanla tıp dünyasına doğru anlayışı kabul ettirdi. Harvey arterler ile venleri bağlayan kılcal damar sistemini tanımlayamamıştı; bunlar daha sonra Marcello Malpighi tarafından tanımlanmıştır.


Dolaşım Sistemi
Dolaşım sistemi, canlılığın devamı için gerekli olan oksijenin kalp, damarlar ve kan aracılığı ile vücudun her yerine ulaşmasını sağlar.

Kan, işlevini yaparken damarlar aracılığı ile en uzaktaki hücrelere bile ulaşır. Kanın damar içerisinde sürekli bir şekilde akışı için gerekli olan itici güç dolaşım sisteminin merkezi olan kalp sayesinde sağlanır.

Kalp
Dolaşım sisteminin merkezi olup homeostazın sağlanabilmesi için gerekli olan kanı damarlar aracılığı ile tüm vücuda pompalar. Göğüs boşluğunun merkezinde, iki akciğer arasında yer alır ve sternuma (göğüs kemiği) göre 2/3 solda, 1/3 sağda bulunur.
Kalp ters çevrilmiş bir koni şeklindedir. Apeks denilen tepe kısmı aşağıda, basis denen taban kısmı ise yukardadır.

Kalbi saran zar tabakasına perikard adı verilir. Kalp duvarı üç tabakadan meydana gelmiştir.
Epikard, yağla çevrili, kan damarlarının bulunduğu parlak ve kırmızımsı görülen en dış tabakasıdır.
Miyokard (kalp kası), kalbin pompa gibi çalışmasını sağlayan kas tabakasıdır.
Endokard, kalp boşluklarını ve kapakçıklarını saran, ince epitel tabakasından oluşmuş en iç tabakadır.

Yaklaşık olarak kişinin yumruğu büyüklüğünde, içi boş, kastan oluşan bir organ olan kalp, septum denilen bir duvarla ortadan sağ ve sol olarak önce ikiye ayrılmıştır. Bunlar da tekrar üst ve alt olmak üzere ikiye bölünmüştür.Yani kalp toplam dört odacıktan oluşur.
Üst odacıklara atrium (kulakçık), alt odacıklara ventrikül (karıncık) adı verilir. Atrium ve ventriküller birer kapakla birbirinden ayrılırlar. Bu kalp kapakçıklarına atrioventriküler kapaklar adı verilir.
Sağ atrium ve sağ ventrikülü birbirinden ayıran kapağa triküspit, sol atrium ve sol ventrikülü birbirinden ayıran kapağa biküspid ya da mitral kapak adı verilir.

Kalbin sağ tarafı her zaman kirli kan, sol tarafı ise temiz kan taşır.

Sağ kulakçık akciğerler haricinde diğer tüm organ, doku ve yapılardan gelen kanın toplandığı yerdir. Kanı getiren büyük toplardamarlar vena cava inferior ve vena cava superiordür. Buradaki kan triküspid kapaktan geçerek sağ karıncığa geçer.

Kirli kan sağ karıncıktan pulmoner arter ile akciğerlere temizlenmek üzere pompalanır.
Sol kulakçıkta ise pulmoner venlerin getirdiği temiz kan bulunur. Buradan kan sol karıncığa geçer ve mitral kapak kapanarak kanın karıncıktan geri gelmesi engellenir.
Sol karıncık ise temiz kanı ana atardamar olan aort aracılığı ile tüm vücuda pompalar.
Kanın temizlenmesi
Vücuttan dönen kirli kan sağ atriuma, sağ atriumdan sağ ventriküle geçer, sağ ventrikülden de temizlenmek üzere pulmoner arterlerle akciğerlere taşınır. Akciğerlere ulaşan kan CO2 - O2 değişiminden sonra pulmoner venler vasıtası ile vücuda pompalanmak üzere sol atriuma, oradan sol ventriküle geri taşınır, sol ventrikülden de aorta vasıtası ile vücuda dağıtılır. Atrium ile ventrikül arasındaki akışlar, geri dönüşe izin vermeyen kapaklar tarafından kontrol edilmektedir. Kanın geri dönüşünü önleyen bu sistemler sayesinde dolaşım sistemi tek yönde hareket ederek normal akışını sürdürür.

Kalbin kan ihtiyacı
Kalp, vücudun en fazla çalışan organıdır. Canlılığın devamı için sürekli olarak çalışması gereken kalp kasının görevini yerine getirebilmesi için enerji ihtiyacının karşılaması gerekir. Kalp beyinden sonra en fazla enerji gereksinmesi olan organdır. Kalp tüm vücuda pompaladığı kanın yaklaşık % 10’unu kendi enerji ihtiyacını karşılamak için kullanır.

Ana atardamar olan aortdan çıkan ve kalbi besleyen taç şeklindeki damarlara koroner arterler denir. Aortun başlangıcından sağ ve sol olmak üzere iki koroner arter çıkar.

Kalp ritmi
Kalbin tüm vücuda iletebilmesi için kanı basınçla fırlatması ve pompa gibi çalışması gerekir. Bunun için kalp kasları belli bir düzen içerisinde çalışarak kalp ile damarlar arasındaki akışı sağlar. Kalp odacıklarının kasılmasına (sistol) ve gevşemesine (diastol) bağlı olarak basınç değişiklikleri ortaya çıkar.

Kan damarları
Dolaşım sisteminin merkezi kalp olmasına rağmen, tüm vücut hücreleriyle kanın irtibatını damarlar sağlar.
Vücutta arterler, venler ve kapiller olmak üzere 3 tip damar mevcuttur.

1- Arterler (Atardamarlar): Kalpten pompalanan kanın tüm vücut hücrelerine taşınmasını sağlarlar. Sadece pulmoner arter dışında bütün arterler temiz kan taşır. Geniş arterler kalbe yakındır, kalpten uzaklaştıkça daralırlar ve daha da küçük olan arteriollere ayrılırlar. Arterioller arterlere nazaran daha fazla düz kas hücreleri içerirler. Bu sayede daha kolay daralıp genişlerler. Temiz kanın bulunduğu sol ventrikülden çıkıp, yukarıya doğru yükselen ana atar damar aort olarak adlandırılır. Kalbi besleyen arterler buradan ayrılır.

2- Venler (Toplardamarlar): Venler, küçük venlerin (venül) birleşmesinden oluşur. Vücuttaki kirli kanın kalbe getirilmesini sağlarlar. Yüzeysel venler özellikle vücudun yüzeyine yakın yerlerden toplanan kanın bulunduğu alanlar olan kol ve bacaklarda bulunur.
Venlerin çoğu kirli kan taşır. Bazı pulmoner venler temiz kan taşıyabilirler. Çapı 1 mm’den büyük olan venlerde genellikle tek yönlü seminular biküspit kapaklar bulunur. Bu kapaklar kanın venlerde tek yönlü ilerleyişini sağlar geri dönüşünü engellerler. Kapaklı venler, özellikle yerçekimine karşı koymak için bacaklarda bol bulunur.

3- Kapilerler: Arteriollerin yaptığı dallanmalardır. Vücudun en küçük fakat en fazla bulunan damarlarıdır. Kapilerler, arteriol ve venöz sistemleri birbirine bağlayan ağlar oluştururlar. Kapilaer damarlar genellikle bir hücre kalınlığındadır.
Kan dolaşımı
Kan dolaşımı pulmoner dolaşım ve sistematik dolaşım olmak üzere ikiye ayrılır.

Pulmoner Dolaşım (küçük dolaşım): Kirli kanın akciğerlere götürülerek karbondioksitin uzaklaştırıldığı ve oksijence zenginleştirildiği ve temizlenen bu kanın vücuda dağıtılmak üzere kalbe getirildiği dolaşımdır.

Kalp ile akciğer arasında gerçekleşen bu işlem yaklaşık 8 saniye sürer.
Sistemik dolaşım (büyük dolaşım): Temiz kanın tüm hücre ve dokulara götürüldüğü ve kirli kanın geri getirildiği kan dolaşımıdır. Kalp ile vücut arasında gerçekleşen bu dolaşım 25-30 saniye kadar sürer. Bu dolaşıma büyük dolaşım da denir.


Kan
Yetişkin bir insan vücudunda ortalama 5-7 lt kan bulunur. Kan vücut için gerekli olan hayati maddelerin taşınmasını sağlar.Kanın fonksiyonları şöyle sıralanabilir


• Oksijen, karbondioksit, besin maddeleri, hormonlar ve metabolik atıkları taşır.
• Vücudun elektrolit bileşimini ve ph dengesini ayarlar.
• Yaralanan veya hasar gören damarlardan kan kaybını pıhtılaşma mekanizması ile önler.
• Toksin ve patojenlere karşı koruyuculuk sağlar.
• Vücut ısısı dengesini ayarlar.

Kanın yapısı
Kan, hücrelerden ve “plazma “ adı verilen bir sıvıdan oluşmuştur. Plazmanın büyük kısmını (%90) su oluşturur. Bu sayede hücrelerin su ihtiyacını karşılar. Plazmanın % 7’sini proteinler oluşturur.


Plazmada en çok bulunan proteinler; albumin, globülin ve fibrinojenlerdir..
Albuminler, kan hacmini ve basıncını ayarlayan su tutulmasını desteklerler. Ayrıca hormon ve daha bir çok maddeyi bağlayarak plazmada taşınmasına yardımcı olurlar.
Fibrinojen kanın pıhtılaşması için şart olan bir proteindir.
Globülinler alfa, beta ve gama olarak üç sınıfta incelenirler. Bunlardan alfa ve beta globülinler karaciğer tarafından yapılıp, kanda lipidler ile yağda eriyen vitaminleri taşırlar. Gama globülinler ise immunoglobülinlerdir.

Kan Hücreleri
Hücreler eritrositler (kırmızı kan hücreleri), lökositler (beyaz kan hücreleri) ve trombositlerdir. Hücrelerin % 99’undan fazlasını eritrositler oluşturur. Eritrositler kanın oksijen taşıyan hücreleridir.Lökositler vücudu enfeksiyonlara ve kansere karşı koruyan hücrelerdir. Trombositler ise kanın pıhtılaşmasında görev alırlar.

Eritrositler (alyuvarlar, kırmızı kan hücreleri)
Kandaki hücrelerin % 99’undan fazlasını eritrositler oluşturur. Eritrositler disk şeklindedir, çapları 7-8 mikrometre kadardır.
Eritrosit zarlarında % 33 oranda bulunan hemoglobin, kanda oksijen taşıyan proteindir. Oksijenin yaklaşık % 99’u hemoglobin ile taşınır, geri kalan % 1’lik kısım ise kanda çözünmüş olarak taşınır. Hemoglobin eritrositlerin pembe boyanmasından sorumludur . Oksijenleşmiş hemoglobin kırmızı renklidir.
Eritrositler kemik iliğinde yapılırlar. Gebeliğin son ayına kadar eritrosit yapımı karaciğerde gerçekleşir. Gebeliğin son ayından 5 yaşına kadar tüm kemiklerin kemik iliğinde üretilir. ilerleyen yaşlarda hayatın sonuna kadar azalan oranlarda eritrosit yapımı vertebralar, kostalar ve sternumda yapılır.

Lökositler (akyuvarlar, beyaz kan hücreleri)
Vücuda giren mikroorganizmalara karşı koruyucu özellikte olan hücrelerdir. Protein sen¤¤¤leyebilirler.
Lökositler granulositler ve agranulositler olmak üzere iki grupta incelenir.
Granulositler : Sitoplazmalarında granüllerin bulunduğu lökositlerdir. Kemoterapiden sonra geçici olarak sayıları azalır. Aşırı azalmalarda infeksiyon hastalığına bağlı ateş görülür.



• Nötrofil : Mikroorganizmaları ya da yabancı maddeleri fagositozla yok ederler. Sitoplazmalarındaki granüller, mikroorganizmaları sindiren enzimlere sahiptirler.
• Eozinofil : Allerjik reaksiyonlar da rol alırlar ve parazitik infeksiyonlara karşı koruma sağlayan hücrelerdir. KML’de kan ve kemik iliğinde artar.
• Bazofil: Lökositlerin içinde miktar olarak en az bulunan tiptir. Belirli allerjik reaksiyonlara katılan beyaz küre hücrelerinden biri. KML’de bu hücreler kan ve kemik iliğinde artar.
Agranulositler: Sitoplazmalarında sadece birkaç lizozom granülü bulunur.
• Monosit : En büyük kan hücresidir. Monositler kemik iliğinden sonra geçtikleri dolaşım sisteminde kısa süre kalıp sonra dokulara geçerek doku makrofajlarına dönüşürler. Makrofajlar kendilerinden büyük yapıları sindirebilme özelliğine sahiptirler.
• Lenfosit : T ve B hücreleri olmak üzere iki farklı tipi vardır. B lenfositler kemik iliğinde oluşurlar ve lenfoid dokularda toplanırlar. T lenfositler timusta aktifleşir. T ve B lenfositler vücudun savunma sistemini oluştururlar. Bu hücreler bakteri, virüs, doku ve kimyasal yıkıntıları yok ederler.

• Trombositler



Trombositler, kanın pıhtılaşmasında önemli göreve sahip olup, çok sayıda granül içeren renksiz hücre parçalarıdır. Megakaryosit denilen kemik iliğinin büyük hücrelerinin parçalarından oluşur. Ortalama 10 gün kadar yaşarlar. Ömrü dolan trombositler dalak ve karaciğerdeki makrofajlar tarafından yok edilir. Her gün yaklaşık 200 milyon trombosit üretilir.
Trombositler birbirine ve bağ dokusu ipliği olan kollajene bağlanarak pıhtı oluşumunda rol oynarlar.
Kanın pıhtılaşması
Homeostazın bozulmamasını sağlamak için, kan kaybının engellenmesi ve kanın pıhtılaşması gerekir.

Herhangi bir şekilde damar kesilirse, damar duvarlarında bulunan düz kasların kasılmasıyla kan akışı yavaşlamaya başlar. Endotelial hücrelerin membranları yapışkan bir yapı kazanır.
Plateletler (kan pıhtıları) bu yapışkan yüzeylere ve kollajen ipliklere tutunmaya başlarlar, sayıları artar ve kümeleşmeye bağlı olarak tıkaç oluştururlar. Son aşamada, kanda çözünmüş halde dolaşan fibrinojenin (pıhtılaşma faktörü) fibrin ipliklerine dönüşmesi ve platelet tıkaçlarının üstünü örtmesidir.


Kanın pıhtılaşması için gerekli olan 12 tane pıhtılaşma faktöründen biri hariç hepsi proteindir. Bu faktörler kanın içinden ya da dışından olabilir.b
Kalsiyum iyonları pıhtılaşma mekanizmasının yaklaşık tüm basamaklarında rol oynar.
K vitamini de pıhtılaşma mekanizmasında çok önemlidir.
Kan basıncı (tansiyon)
Kanın damar duvarına yaptığı basınca tansiyon denir. Kan basıncı değerleri, kişinin dolaşım sistemi hakkında önemli bilgiler verir.
Kan basıncı, sistolik ve diyastolik olmak üzere 2 rakam ile ölçülür. Sistolik kan basıncı kalbin atımı, diyastolik kan basıncı atımları arasındaki gevşemeyi gösterir.

Normal bir erişkinde olması gereken kan basıncı değerler sistolik basınç 120 mmHg, diastolik basınç ise 80 mmHg şeklinde olmalıdır.Normal kan basıncı, sistolik kan basıncının 130 mmHg, diyastolik kan basıncının 85 mmHg’dan düşük olması olup, kan basıncı ölçümlerinin ortalamasının 140/90 mmHg’nın üzerinde olması yüksek kan basıncı ya da diğer adıyla hipertansiyon olarak isimlendirilir.

6 Mayıs 2011 Cuma

SİNİR SİSTEMİ HASTALIKLARI

Sinir Sistemimiz



Konuşmak, acıkmak, yürümek, dengede durmak, yazmak, ağlamak gibi birçok işi gün boyunca gerçekleştiririz. Vücudumuzda bu işlerin gerçekleştiren sinir sistemidir.
Sinir sistemimiz, vücudumuzu ağ gibi saran milyarlarca sinirden meydana gelir. Vücudumuzu saran bu sinirleri,  binlerce sinir hücresi (nöron) oluşturur.

Sinir sistemimiz merkezi ve çevresel sinir sistemi olmak üzere iki bölüme ayrılır.

1. Merkezî Sinir Sistemi
Vücudumuzun yönetimini ve denetimini merkezî sinir sistemi sağlar. Merkezî sinir sistemi beyin, beyincik, omurilik ve omurilik soğanından oluşur. Beyin, beyincik ve omurilik soğanı kafatasımızın; omurilik ise omurgamızın içinde yer alır. Sizce, bunun sebebi ne olabilir? Merkezî Sinir Sistemimizi Oluşturan Organlar ve Görevleri
Beyin: Beynimizin vücudumuzdaki hangi olayların gerçekleşmesini sağladığını biliyor musunuz? Merkezî sinir sistemimizin en gelişmiş organı olan beynimiz, milyarlarca sinir hücresinden meydana gelir. Vücudumuzun öğrenme, hafıza ve yönetim merkezi beynimizdir.
Beyin;
• Duyu organlarımızdan gelen bilgileri değerlendirir.
• Konuşmalarımızın ve istemli hareketlerimizin gerçekleşmesini sağlar.
• Acıkma, susama, uyku ve uyanıklık gibi yaşam olaylarımızı düzenler.
• Kan basıncımızı ve vücut sıcaklığımızı ayarlar.
• Merkezî sinir sistemimizdeki diğer organların yardımıyla organlarımızın ve sistemlerimizin çalışmasını düzenler.
Beyincik: Bisikletimizi sürebilmemiz için dengede durmamız gerekir. Peki vücudumuz dengesini nasıl sağlar? Vücudumuzun hareket ve denge merkezi beyinciktir. Beynimizin arkasında ve alt tarafında yer alır. Vücudumuzun dengesi bozulduğunda duyu organlarımızdan veya vücudumuzun diğer kısımlarından gelen bilgileri alarak dengemizi sağlar.
Beyincik vücudumuzun dengesini ayarlamak için;
• Kol ve bacaklarımızdaki kasların birbiriyle uyumlu çalışmaları düzenleyerek hareketlerimizin dengeli olmasını sağlar.
Omurilik Soğanı:
 Beynimizin vücudumuzdaki diğer organlarla nasıl ilişki kurduğunu biliyor musunuz? Omurilik soğanı soğana benzer bir şekle sahip olduğundan böyle isimlendirilmiştir. Beyin ile omurilik arasında yer alır. Böylece beyin ve diğer vücut organları arasındaki bağlantıyı sağlar. Omurilik soğanı, isteğimiz dışında çalışan iç organlarımızın kontrol merkezidir.
Omurilik soğanı;
Solunum, dolaşım, boşaltım ve sindirim sistemlerimizin çalışmalarını düzenler.
• Nefes alma, yutma, öksürme, çiğneme, hapşırma ve kusma gibi olayları kontrol eder.
Omurilik:
Omuriliğin merkezi sinir sistemindeki görevini tahmin edebilir misiniz? Omurilik soğanından başlayıp kuyruk sokumuna kadar uzanan omurilik omurgamız içerisinde yer alan bir sinir kordonudur. Organlardan beyne ve beyinden diğer organlara gelen sinirler omurilikten geçer.Omurilik, vücudumuzun refleks yönetim merkezidir.
Omurilik;
• Beyinle diğer organların arasındaki bilgi iletimini sağlar.
• Refleks davranışlarımızı gerçekleştirir.

2. Çevresel Sinir Sistemi
Merkezî sinir sistemi dışında yer alan milyonlarca sinir, çevresel sinir sistemini oluşturur. Çevresel sinir sistemi, merkezî sinir sistemi ile organlar arasındaki iletişimi sağlar.

Sinir Sisteminde Mesaj iletimi Nasıl Gerçekleşir?
Sinirler beyin ve omurilikten çıkarak deri, gözler, kaslar, dişler ve kemiklerin içi dâhil olmak üzere vücudumuzun her yerine dağılır. Sinirleri, telefon kablolarına benzetebiliriz. Telefon kabloları gibi sinirler de bilgi taşıyarak vücudumuzda iletişimi sağlar. Sinirler, vücudumuzdan ve çevreden aldıkları bilgileri elektrik mesajları şeklinde, beynimize iletir. Beynimiz gelen bilgiyi değerlendirerek bir cevap oluşturur. Beyin oluşturduğu cevabı gerekli yapı ve organlara yine sinirler aracılığıyla iletir.Sinirlerin bilgi taşıma özelliği sayesinde, çevremizde ve vücudumuzda meydana gelen değişimler hakkında hızlı bir şekilde bilgi ediniriz. Böylece vücudumuzun farklı kısımları düzenli ve birbiriyle uyum içinde çalışır.

Önemli NOT:
• Vücudumuzda bulunan bütün sinirlerin sinir sistemimizi oluşur.
• Sinir sistemimizin merkezî sinir sistemi ve çevresel sinir sistemi olarak iki bölümden oluşmuştur.
• Merkezî sinir sistemini oluşturan organların sinirlerden oluşmuştur.Merkezî sinir sisteminin vücudumuzda gerçekleşen olaylardan  kasların kontrolü, öğrenme, nefes alma, kalbin atışı vb. kontrol eder.
•  Merkezî sinir sistemi dışında yer alan milyonlarca sinir çevresel sinir sistemini oluşturmuştur. Çevresel sinir sisteminin, merkezî sinir sistemi ile organlar arasındaki iletişimi sağlar.

Sinirler Mesajları Beynimize Nasıl Taşır?
Vücudumuzun içinde veya çevremizde meydana gelen ve vücudumuzda belirli bir tepkiye sebep olan fiziksel, kimyasal veya biyolojik etkilere (ses, ışık, koku, tat, basınç gibi) uyarı denir. Uyarılar, duyu organlarımızda bulunan özel hücrelerle alınır. Alınan uyarı sinirler ile merkezî sinir sistemine taşınır. Uyarılar sinir hücrelerimizde
değişikliğe yol açar. Bir uyarının sinir hücresinde oluşturduğu değişikliğe uyartı mesajı adı verilir.
Uyartı mesajını merkezî sinir sistemine; merkezî sinir sisteminde bu mesaj için oluşan cevabı kaslara, organlara ve salgı bezlerine sinirler iletir. Uyartı mesajı beynimizdeki ilgili bölümde değerlendirilir ve uyarıya karşı bir cevap oluşur. Beynimizde oluşan bu cevap yine sinirler aracılığıyla ilgili organ ya da yapılara iletilerek uyarıya tepki verilir. Vücudumuzun içinde veya çevremizde meydana gelen uyarılar vücudumuzda her zaman bu şekilde tepki oluşturmaz. Yemek yerken yutkunuruz. Göz kapaklarımız gün boyu defalarca açılıp kapanır. Elimizi sivri bir cisme değdirdiğimizde hemen geri çekeriz. Bunlar gibi birçok olay, düşünmemize bile gerek kalmadan gerçekleşir. Hatta isteğimiz dışında yaptığımız bazı hareketler bizi tehlikelere karşı korur.
Vücut sıcaklığımız biraz yükselince terlemeye başlarız. Loş bir ortama girdiğimizde göz bebeklerimiz hemen büyürken ışığa bakınca aniden küçülür. Gözümüze doğru gelen bir cisim karşısında gözlerimizi farkında olmadan kapatırız. Bu hareketler isteğimiz dışında gerçekleşir.
Refleks Nedir?
Yeni doğan bebeğin emme hareketi, yanan parmağın hızla geri çekilmesi, yüksek sesten ürkmek, öksürmek, hapşırmak, yutkunmak gibi hareketleri düşünmeden gerçekleştirdiğimizi fark ettiniz mi? Göz bebeğimizin ışıkta büyüyüp karanlıkta küçülmesi de düşünmeden gerçekleştirdiğimiz hareketlerdendir. Bu hareketleri
niçin düşünmeden yapıyor olabiliriz? Peki bunlar vücudumuzda nereden kontrol ediliyor olabilir?
Vücudumuzun dışarıdan gelen ışık, ses gibi bir uyarıya ani ve hızlı bir hareketle tepki göstermesine refleks denir. Refleksler, sürekli ve hızlı bir biçimde gerçekleşir ve
bu sayede vücudumuzun kendini savunmasını sağlar. Refleks hareketlerimiz omurilik tarafından gerçekleştirilmesine rağmen beynimiz tarafından kontrol edilir.
Araba ve bisiklet sürmek, örgü örmek, dans etmek, yüzmek, limon görünce ağzımızın sulanması gibi hareketler de reflekstir. Bu hareketleri ise tekrarlayarak öğreniriz. Bunları bir kez öğrendikten sonra bir daha unutmaz ve düşünmeden gerçekleştiririz.

Önemli NOT:
•  Yutkunmak, yanan parmağın geri çekilmesi göz kapaklarının açılıp kapanması gibi düşünmemize bile gerek kalmadan hatta isteğimiz dışında yaptığımız bazı hareketlerin Refleks dir.
•  Elimizi yanan bir muma yaklaştırdığımızda derimizdeki acı hissini alan sinirler bunu omuriliğe iletir, omurilik de hemen kaslarımızı kasılarak elimizi çekmemizi sağlar.
 Son derece çeşitli sebeplerden ortaya çıkabilir. Doğuştan olanlar, travmalardan, iltihaplardan, zehirlenmelerden olanlar bunlardan sâdece birkaçıdır. Fonksiyonel hastalıklar ise herhangi bir bozukluk olmaksızın ortaya çıkan durumlardır ki, vücudun herhangi bir bölümünü tutabilirler. Aşağıda sinir sistemiyle ilgili hastalıkların en önemli sebepleri ve bunların örnekleri verilmiştir.

1. İnfeksiyonlar: Menenjit, beyin absesi, ensefalit gibi.

2. Damar hastalıkları: Tıkanmaya bağlı felçler, beyin kanamaları.

3. Tümörler: Olduğu bölgeye göre görev aksaklığı, felçler, hâfıza ve idrak kusurları.

4. Travma: Beyin kanamaları, sinir kopmaları, zedelenmeler.

5. Gelişme bozuklukları: Mongolizm türü geri zekâlılık, omurilik gelişme bozukluğu (spina bifida).

6. Metabolik hastalıklar: Hormon bozuklukları, kan hastalıkları, karaciğer hastalıkları, metal metabolizması bozuklukları da, sinir sisteminde bozukluklara sebep olabilmektedir.

7. Myelin kılıfı (sinirleri saran kılıf) hastalıkları: Multipl skleroz bunlara en önemli örnektir.

8. Paroksismal (arada bir gelen bozukluklar): Migren, histamin baş ağrısı, epilepsi (sara), meniere hastalığı (tekrarlayıcı başdönmeleri) bunlardandır.

9. Zehirlere bağlı hastalıklar: Bakteri zehirlerine bağlı (tetanoz), metal zehirlerine bağlı (arsenik), organik bileşiklere bağlı ziherlenmeler (alkol, karbonmonoksit)
akustik sinir
İşitme siniri.
fasial sinir
Yüz siniri, yedinci kafa çifti.
frenik sinir
Nervus Frenicus. Göğüs boşluğu ile karın boşluğunu birbirinden ayıran diafragmanın sinirine verilen addır.
sinir bozukluğu
Hayat şartlarından fazlasıyla etkilenenlerde görülebilen, esasta önemli bir kaynağı olmayan bir rahatsızlıktır. Devamlı olarak endişe içinde olmak şeklinde görülenine anksiete, ruhi ve bedeni bitkinlik şeklinde görülenine de depresyon adı verilir. Hasta hayattan zevk almaz, her zaman mutsuzdur, huzursuzdur, sinirlidir. Uykuları düzensizdir. Gerçekte bir hastalığı olmadığı halde çeşitli hastalıkların varlığından şikayet eder. Tedaviye hayatının iyi yanlarını görmeye alışmakla başlanır. sinirlenmekten kaçınmak, her kötü olayın iyi bir tarafı olduğunu görmeye alışmak, düzenli bir hayat sürmek gerekir.
sinirsel ağrılar
Bu çeşit ağrılar, genelikle küt ağrı şeklindedir. Vücudun her yerinde hissedilebilir. Ama, çoğunlukla kalp çevresindeki ağrılardan şikayet edilir. Bazı kimseler de başlarını tıpkı bir çember gibi sıkan baş ağrılarından şikayet ederler. İşte bu çeşit ağrılar, bedeni bir arızadan kaynaklanmıyorsa, sinirsel ağrılardır.
sinirsel hazımsızlık
sinir sisteminin düzenli, uyumlu çalışmasını kaybetmesi sonucu ortaya çıkar. Ayrıca, alkol kullanmak, fazla sigara içmek, haddinden fazla çay, kahve veya süt içmek, çabuk ve gereği gibi çiğnemeden yemek yemek şikayetlerin artmasına neden olur. Hastanın karnında ağırlık hissi vardır, midede gurultu, yanma veya ekşime görülebilir. Geğirir, gaz çıkarır. Yorgunluk, baş ağrısı, çarpıntı ve unutkanlıktan da şikayet edilir.
sinirsel kusma
sinir sistemindeki düzensizlikten kaynaklanan bir durumdur. Ağıza su gelmesi şeklinde de görülebilir. Herşeyden önce, sinirlenmemeyi, düzenli bir hayat sürmeyi alışkanlık haline getirmek tedavinin ilk şartıdır.
abdüktör
Orta çizgiden uzaklaştıran (genelde kas yada sinir bu işi yapar)
afoni
Ses kaybı. Kısmi veya tam olabilir. Afoni sebepleri, genellikle konuşma kaslarını kontrol eden sinirlerin hastalığı veya zedelenmesi, boğaz, gırtlak hastalıkları veya nörozdur. Histerik afoninin nedeni, şuuraltı, hiç konuşamamak veya özel bir durumda konu
amfetamin
Merkezi sinir sistemini aşırı uyaran bir ilaç.
anosmi
Koku alamama, nezle grip gibi enfeksiyonlarda olabildiği gibi koku siniri ile ilgili beyin bölgesindeki patolojilerde de görülebilir.
anus kaşıntısı
Anus (şerç); yani sindirim kanalının doğrubağırsak denilen son kısmındaki çıkış deliği veya çevresinde (oturak yerinde) görülen kaşıntıların nedeni çeşitlidir. Bunlar arasında; kılkurtları, sümüksü akıntı, basur, çatlak, ishal veya kabızlık, egzama (mayasıl), sinir bozukluğu veya yeteri kadar temizliğe dikkat edilmemesi sayılabilir.
aşırı aybaşı kanaması
Aybaşı görme arasındaki süre normaldir. Fakat kanama çoktur ve normal süresinden fazla devam eder. Nedenleri çeşitlidir: rahimde ur, rahim çarpıklığı, yorgunluk, sinir bozukluğu, ateşli hastalıklar veya evlilik hayatındaki uyuşmazlıklardan kaynaklanabilir.
aybaşı kanamasının gecikmesi
Normal olarak zamanı geldiği halde aybaşı kanaması başlamazsa; gebelik, kansızlık, tiroid veya karaciğer hastalıkları akla gelebilir. Ayrıca yorgunluk, sinirlilik veya adetten kesilme de düşünülebilir.
aybaşı kanamasının uzun sürmesi
Normal aybaşı kanaması 2-7 gün devam eder. Bazı kimselerde bu süre uzar. O zaman rahimde ur veya kist olduğundan, yumurtalıkların üşütülmüş olmasından, sinir veya kalp hastalığından şüphe edilir. Tedaviye geçmeden önce esas nedeni bulmak gerekir. Önemli bir durum yoksa aşağıdaki reçetelerden arzu edilen uygulanır.
bağırsak gazı
Bağırsaklarda hissedilen şişkinlik, bağırsak gazından kaynaklanır. Nedeni, bağırsakları besleyen bezlerin yeteri kadar çalışmaması, yemek yerken fazla hava yutma veya sinir bozukluğudur.
barbitüratlar
sinir sistemini uyuşturucu etkileri olan maddelerdir.
barbitüratlar
sinir sistemini uyuşturucu etkileri olan maddelerdir.
bel gevşekliği
Cinsel ilişki sırasında, meninin vaktinden önce boşalmasına verilen isimdir. Halk arasında erken boşalma. Tıp dilinde ise ejakulasyon denir. Nedeni çoğunlukla ruhsaldır. Tedaviye sinirleri dinlendirmek, açık havada dolaşmak, sabah akşam ılık banyo yapmak ve hazmı kolay şeyler yemekle başlanır.
bell paralizi
Yüz siniri felci.
bell paralizi
Yüz siniri felcidir.
çarpıntı
Tıp dilinde palpitasyon denilen çarpıntının nedenleri çeşitlidir. Bir kalp hastalığı söz konusu değilse; fazla sigara içmek, alkol, yorgunluk, sinirlenmek, kansızlık, hazımsızlık, çay, kahve veya zehirlenmelerden kaynaklanabilir.
damar sertliği
Vücuttaki kan damarlarının bir kısmının veya tamamının sertleşmesi sonucu, esnekliklerini keybetmesine; halk arasında damar kireçlenmesi tıp dilinde ise Arterio Skleroz veya Atheremo denir. Nedeni, kan damarlarının iç kısımlardaki hücrelerin esnekliğini kaybedip, zayıflaması veya kandaki yağlı maddelerin birikinti yaparak, damarı darlaştırmasıdır. Belirtileri baş dönmesi, baş ağrısı, titreme, yürürken sendeleme, düşünme ve öğrenme gücünde zayıflama, sinirlilik veya damarın sertleştiği bölgelerde ağrılar görülür. İlk belirtiler görüldüğünde önlem alınacak olursa, korkulacak bir şey yoktur. Hastanın neşe ve cesaretini kaybetmemesi ve doktorun tavsiyelerini yerine getirmesi iyileşmede atılacak ilk önemli adımdır. Damar sertliği teşhisi konan kimse, perhiz yapmalı, alkol ve sigara gibi keyif verici maddeleri bırakmalı, yumurta, tereyağı ve benzeri yiyecekleri terk etmeli, tuzu da azaltmalıdır. Ayak damarlarında meydana gelebilecek herhangi bir hastalığı önlemek için de dar ayakkabı giymekten kaçınmalıdır.
demiyelinizasyon
sinir liflerinin etrafını saran myelin tabakasının kaybı.
dil felci
sinir sistemindeki bir bozukluktan dolayı, dil gücünün kaybolmasıdır. Doktor tarafından tedavi edilmesi gerekir.
dopamin
Merkezi sinir sisteminde bulunan nöro aktarıcı.
epilepsi
Sara adıyla bilinen merkezi sinir sistemi ( MSS ) hastalığı.
fasial paralizi
Yüz siniri felci, bu sinirin felcinde yüzün yarısı kısmen hareketsiz ve ifadesiz kalır. Santral ve Periferik olmak üzere iki türlü olur.
fazla terlemek
Haddinden fazla terlemek; sinir bozukluğu, fazla sıcak, tiroid bezinin çalışmasında görülen bozukluk, tüberküloz, raşitizm veya iskorbütten kaynaklanır. Ergenlik yaşlarında da fazla terleme görülür. Bu nedenle terlemenin asıl nedenini bulmak gerekir.
felç
sinir sisteminde meydana gelen bir bozukluktan dolayı, kas gücünün kaybolmasına felç, nüzül veya inme denir. Tıp dilinde ise paralizi veya serebral tromboz denir. Hafif ve ağır olmak üzere iki şekli vardır. Tedavinin ilk ve önemli şartı hastanın neşesini kaybetmemesi ve en kısa zamanda iyileşeceğine inanmasıdır.
ganglion
Lenf yollarının yada sinirlerin oluşturduğu nodül şekilde oluşum.
geğirmek
Çoğunlukla sinirli kimselerde görülür. Bunlar yemeklerde haddinden fazla hava yutarlar. Ayrıca geğirme mide veya safra kesesi hastalıklarının bir belirtisi olabilir. Bu nedenle esas nedeni tespit etmek gerekir.
gevşek penis
Erkeklik organının sertleşmemesi, sağlık durumunun bozukluğundan kaynaklanır. En önemli neden sinir bozukluğudur. Kendine güvenememe, yorgunluk, içki, şeker hastalığı, uyuşturucu madde alışkanlığı da diğer nedenler arasında sayılabilir. Tedavinin ilk şartı kötü alışkanlıkları bırakmak, kendine güvenmek, temiz havada dolaşmak ve yeterince gıda almaktır.
havale
Vücut kaslarının ani ve şiddetli olarak kasılması sonucu ortaya çıkan duruma havale denir. Büyüklerde havale çoğunlukla sara nöbetleri sırasında görülür. Küçük çocuklarda görülen havale, sinir sisteminin değişik nedenler karşısında göstermiş olduğu bir tepkidir. Bu tepkiler de; kemik hastalıkları, yüksek ateş, boğmaca, devamlı hazımsızlık, bağırsak şeritleri veya diş çıkarmalardan kaynaklanabilir. Ayrıca bu duruma sinir sistemi veya beyinde meydana gelen bir hastalık da neden olabilir. Havale geçiren çocuğun gözleri sabit bir noktaya çevrilir, çenesi de kenetlenir. Dudakları, yüz kasları, kol ve bacakları, önce şiddetli bir şekilde kasılır, sonra da çırpınmaya başlar. Ağzından da köpük gelir. Bütün bunlar bir iki dakika devam eder. Sonra bütün belirtiler kaybolup, uykuya dalar. Hastalığın bir nedenini bulmak için mutlaka bir doktora başvurmak gerekir. Bu arada çocuğu sessiz, loş bir odaya yatırmak, elbise ve çamaşırlarını gevşetmek faydalıdır.
hazımsızlık
Sindirimin normal şekilde olmaması ve bağırsakların seyrek çalışmasına; halk arasında hazımsızlık, tıp dilinde ise dispepsi denir. Nedenleri çeşitlidir. Ağır yemekler, yemekleri gereği gibi çiğnememe, diş veya dişeti iltihapları, içki veya sigara içmek, çok miktarda çay veya kahve içmek, fazla miktarda şekerli veya unlu şeyler yemek, kansızlık, yorgunluk, sinir bozukluğu ve üzüntü hazımsızlığı doğuran nedenler arasında sayılabilir. Yemekten bir süre sonra; midede şişkinlik veya yanma hissi ortaya çıkar. Sık sık yemek ihtiyacı hissedilir. Kabızlıktan şikayet edilir. Bazı kimselerde halsizlik, uykusuzluk, unutkanlık veya çarpıntı görülür. Tedavinin ilk şartı sıkıntı ve üzüntülerden sıyrılmaktır. Zararlı şeyler terkedilir. Et yemekleri de mümkün olduğu kadar azaltılır. Haddinden fazla yemek yenmez. Yemeklerden sonra soğuk su içilmez. Yemek aralarında acıkınca süt ile birkaç galete yenir.
hıçkırık
Solunum kasları ve özellikle diyaframın uyarılması sonucu ortaya çıkar. Tıp dilinde singultus denir. Nedenleri çeşitlidir. Basit hıçkırıklar; çoğunlukla mide gazı, sıcak ve baharatlı yemekler, sinir bozukluğundan kaynaklanır. Ayrıca; bazı kalp, karaciğer, bağırsak ve pankreas hastalıkları, zatülcenp veya zatürreede de görülebilir. 3 saatten fazla süren hıçkırıklarda, doktora başvurmak gerekir.
hilus
Organlarda büyük damar ve sinirlerin, akciğerlerde solunum yollarının giriş kapısı.
idrar tutukluğu
Mesane (idrar torbası) dolu olduğu halde idrar yapılamaz. Karnın alt bölgesi gerginleşmiştir. Bastırılınca ağrı hissedilir. Tıp dilinde akut retansiyon adı verilen bu durumun nedenleri çeşitlidir. Örneğin, böbreklerde taş, prostat büyümesi, idrar yollarının doğuştan kusurlu olması, fazla miktarda alkol içmek, mesane felci, belsoğukluğu, sinir hastalıkları veya üşütmek idrar tutukluğuna neden olabilir. İlk tedbir olarak hastanın karnına içinde sıcak su olan bir şişe konur. Sıcak su ile banyo yapılırken, idrar çıkarmaya çalışılır.
iktidarsızlık
Erkeklik organının (penisin) yeteri kadar sertleşmemesi sonucu, cinsel ilişkide bulunamamaya; halk arasında iktidarsızlık, tıp dilinde ise empotans denir. Kendine güvenememek, yorgunluk, tiksinti, sinir bozukluğu, alkolizm, şeker hastalığı, doğum kontrolü için uygulanan metotlar veya aşırı şişmanlıktan kaynaklanır. Ilık banyolar, açık havada dolaşmak ve dinlenmek başvurulacak ilk çarelerdir.
iritabl duygudurum
Kolayca sinirlenen ve kışkırtılınca öfke gösteren.

beyin ameliyatı

SİNDİRİM SİSTEMİ RAHATSIZLIKLARI

Sindirim sisteminin sağlığının korunmasına yeterince özen gösterilmezse çeşitli rahatsızlıkların ortaya çıkması mümkündür. Gastrit, ülser, mide ağrısı, bağırsak tıkanıklığı, reflü vb hastalıklar sindirim sistemi hastalıklarına örnektir.
Gasrtit: Mideyi koruyan mukozanın iltihaplanmasıdır. Mide öz suyundaki asit salgısının artması buna neden olabilmektedir. Yağlı, acılı gıdalar, stres ve sigara gibi faktörler, asitli içecekler mide asidi seviyesini arttırmaktadır. Ayrıca bazı ilaçlar da Buna neden olmaktadır.
Ülser: Midenin iç yüzündeki bazı kısımlarda meydana gelen yaralara mide ülseri denir. Stres, midede asit fazlalığı, iyi tedavi edilmeyen gastrit, mide zafiyeti, karaciğer yetersizliği veya safra azlığı, kalp hastalıkları, sindirilmesi güç yiyeceklerin fazla kullanılması, haddinden fazla sigara, çay, kahve veya asit yapıcı meşrubat içmek, alkol kullanmak ve bazı ilaçların uzun süre kullanılması mide ülserine neden olur
Dizanteri: Bazı parazitlerin kalınbağırsağa yerleşmesiyle oluşan bir hastalıktır. Karaciğer ve bazı organlarda apseye neden olur. Sıcak ülkelerde çok sık olarak görülen bir hastalıktır.
İshal: Kalınbağırsağın yeterince su emmemesi sonucunda olur. Sık ve sulu dışkılama olarak tanımlanmaktadır. Daha çok bakteriler nedeniyle oluşmaktadır. Hastalara bol su verilmelidir.
Basur: Makat bölgesindeki damarların genişlemesidir. Başlıca nedeni kabızlıktır ve genetik nedenlerdir.
Gıda Zehirlenmesi: İçine yabancı etmen karışmış bir besinin tüketilmesi sonucu meydana gelen herhangi bir hastalıktır. Besinin bozulması veya kimyasal veya mikrobik kalıntılar içermesiyle oluşur.
Apandisit: Körbağırsak üzerinde apandisin iltihaplanmasıdır. İltihaplı apandisin ameliyatla alınmasıyla  tedavi edilir.
Kolera: Vibrio cholerae isimli bakterinin neden olduğu bağırsak enfeksiyonuyla oluşan, akut ve şiddetli ishal ile seyreden bir hastalıktır.
Tifo: Kirli içme suları ve mikroplu yiyeceklerle bulaşan mikrobik bir hastalıktır. Çoğunlukla salgın şeklinde ve sonbahar – yaz aylarında görülür. Tifonun etki ettiği organlar: Kalp, beyin, böbrekler, akciğerler, karaciğer, göz ve kulak sinirleri. Baş ağrısı ve ateşle başlayan hastalık karın şişmesi, burun kanaması, kilo kaybı gibi belirtilerle devam eder.